bir

listen to the pronunciation of bir
Türkçe - İngilizce
one

In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life. - Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.

This is a good book, but that one is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

single

I don't have a single enemy. - Benim tek bir düşmanım yok.

Did God really create the earth in a single day? - Tanrı, dünyayı gerçekten tek bir günde mi yarattı?

uni
un
one person or thing
alone
once
if only
just
(Biyokimya) mono-
another
one and the same
uni-
mono

You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death. - Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.

He read the poem in a monotone. - O, şiiri monoton bir şekilde okudu.

one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
single; some
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
{i} drink

We generally drink tea after a meal. - Biz genellikle bir öğünden sonra çay içeriz.

He needs something to drink. - İçecek bir şeye ihtiyacı var.

a
apart

The twins were so alike that it was difficult to tell them apart. - İkizler o kadar benziyorlardı ki birbirinden ayırt etmek zordu.

I'm busy looking for an apartment. - Ben bir daire aramakla meşgulüm.

(İnşaat) a, an
{f} lump

Every time I think of Tom, I get a lump in my throat. - Tom'u ne zaman düşünsem, boğazımda bir yumru hissediyorum.

I have a lump in my breast. - Benim mememde bir yumru var.

head

Two heads are better than one. - Bir elin nesi var, iki elin sesi var.

Nobody can be a head coach of a soccer team without being a soccer player. - Hiç kimse futbolcu olmadan bir futbol takımının teknik direktörü olamaz.

erect

An immense monument was erected in honor of the eminent philosopher. - Büyük filozofun şerefine muazzam bir anıt dikildi.

Don't lend money to someone who can't have a morning erection. - Sabah ereksiyonu olmayan birine ödünç para verme.

unit

Which language is spoken in the United States of America? - Amerika Birleşik Devletleri'nde hangi dil konuşuluyor?

In 1860, Lincoln was elected President of the United States. - 1860'ta Lincoln, Amerika Birleşik Devletleri başkanlığına seçildi.

unity

Many Eastern religions teach that there is a unity behind the diversity of phenomena. - Birçok Doğu dinleri olayların çeşitliliği arkasında bir birlik olduğunu öğretir.

He spoke of party unity. - O, parti birliği hakkında konuştu.

somewhere

I thought we were going to go somewhere. - Bir yere gideceğimizi düşünmüştüm.

You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth. - Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.

engage

Bob has been engaged to Mary for over a year. - Bob, Mary ile bir yılı aşkın bir süredir nişanlıdır.

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

{f} pace

He walked at a quick pace. - O büyük bir hızla yürüdü.

I've got a pacemaker. - Benim bir kalp pilim var.

un#veil
{s} some

I sometimes wonder if I am a girl. - Bazen bir kız mıyım diye merak ediyorum.

Would you like some coffee? - Biraz kahve ister misin?

attack

They began with a strong attack against the enemy. - Düşmana karşı şiddetli bir taarruza geçtiler.

Macbeth raised an army to attack his enemy. - Macbeth, düşmanına saldırmak için bir ordu yetiştirdi.

squash

Have you ever squashed a fly with your hand? - Sen hiç elinle bir sinek ezdin mi?

We should play squash together sometime. - Bir ara birlikte duvar tenisi oynamalıyız.

bir kere
once

I met your father once. - Bir keresinde babanla karşılaştım.

You can't be two places at once. - Bir kerede iki yerde olamazsın.

bir zamanlar
once upon a time

Once upon a time, there was a beautiful princess. - Bir zamanlar güzel bir prenses varmış.

Once upon a time there was a chicken that had a crispbread. - Bir zamanlar bir tavuk vardı, onun bir gözlemesi vardı.

bir daha
once more
bir kez daha
once more

She'll try it once more. - O onu bir kez daha deneyecek.

Read it once more, please. - Onu bir kez daha okuyun, lütfen.

bir kez
once

Stir once every fifteen minutes. - Her on beş dakikada bir kez karıştırın.

When he was a student, he went to the disco only once. - Öğrenci olduğu zamanlar diskoya sadece bir kez gitti.

bir araya getirmek
gather
bir defada alınan miktar
batch
bir sürü
lots of

Mr Miyake showed me lots of places during my stay in Kurashiki. - Bay Miyake Kurashiki'de kaldığım sırada bana bir sürü yer gösterdi.

Lots of famous people come here. - Bir sürü ünlü kişi buraya gelir.

bir kez daha
once again

You are entitled to try once again. - Bir kez daha deneme hakkın var.

She was late once again. - Bir kez daha geç kalmıştı.

bir anlık
momentary
bir daha
again

Tom said that nothing like that would ever happen again. - Tom öyle bir şeyin bir daha asla olmayacağını söyledi.

I didn't meet him again after that. - Ondan sonra bir daha onunla karşılaşmadım.

beklenmedik bir para
windfall
düzgün bir şekilde
properly

Musical talent can be developed if it's properly trained. - Düzgün bir şekilde eğitilirse müzikal yetenek geliştirilebilir.

I like things done properly. - Düzgün bir şekilde yapılan işleri severim.

uygun bir şekilde
properly

Are you unable to see properly? - Uygun bir şekilde göremiyor musun?

Tom wanted to do his job properly. - Tom işini uygun bir şekilde yapmak istedi.

basit bir şekilde
simply
beklenmedik bir şekilde
unexpectedly
nazik bir şekilde
gently
son bir çaba göstermek
spurt
bir şey
anything

Let me know if you are in need of anything. - Eğer bir şeye ihtiyacın olursa haberim olsun.

Don't you have anything smaller than that? - Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?

bir süre
for a while

For a while she did nothing but stare at me. - Bir süre bana bakmaktan başka bir şey yapmadı.

She pondered the question for a while. - Soruyu bir süre düşünüp taşındı.

bir tarafa
aside

They set aside her objections. - Onun itirazlarını bir tarafa bıraktılar.

bir yıl yaşayan bitki
annual
bir tek
only

A unicycle has only one wheel. - Tek tekerlekli bir bisikletin sadece bir tekeri vardır.

Will I be the only one going to the party? - Bir tek ben mi partiye gideceğim?

bir iş için gönderme
errand
bir kenara
aside

The man shoved her aside. - Adam onu bir kenara itti.

She set it aside for future use. - O, onu ileride kullanmak üzere bir kenara koydu.

bir kenara koymak
set aside
bir yığın
heap
bir kenara
by
bir merkezden yayılmak
radiate
bir ayağı çukurda
decrepit
bir tutmak
identify
bir an için
momentarily

Tom was momentarily silent. - Tom bir an için sessizdi.

Tom was momentarily disoriented. - Tom bir an için şaşırmıştı.

bir ara
some time or other
bir araya gelmek
come together
bir araya gelmek
cluster
bir başkasıyla aynı amaca hizmet eden kişi
(Hukuk) counterpart
bir bir
one by one

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir enteresan hikayelerini anlattı.

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir garip hikayelerini anlattı.

bir daha gözden geçirmek
revise
bir dahaki
next

We'll meet next time at ten o'clock, June the first, next year. - Bir dahaki sefere saat onda, 1 Haziran'da, gelecek sene buluşacağız.

I'll try not to disappoint you next time. - Bir dahaki sefere seni hayal kırıklığına uğratmamaya çalışacağım.

bir deri bir kemik
skinny
bir deri bir kemik
emaciated
bir deri bir kemik
rawboned
bir gecelik
overnight

It was an overnight sensation. - Bu bir gecelik heyecandı.

I am planning to make an overnight trip to Nagoya. - Nagoya'ya bir gecelik gezi yapmayı planlıyorum.

bir ihtimal
perchance
bir ihtimal
perhaps

Could you perhaps translate that for me? - Bir ihtimal bunu benim için çevirir misin?

bir kararın veya bir hareketin olası etkisi
(Hukuk) implication
bir kez
one time

Can I eat this mushroom? You can eat anything one time. - Bu mantarı yiyebilir miyim? Bir şeyi bir kez yiyebilirsin.

I've been to Canada one time. - Kanada'da bir kez bulundum.

bir konu hakkında genel tanıtım yapmak
(Hukuk) to introduce
bir müddet
awhile, for a while
bir nebze
a little bit
bir sefer
one time

The clinic allowed only two visitors per patient at any one time. - Klinik, bir seferde hasta başına iki ziyaretçiye izin verdi.

How many books can I take out at one time? - Ben dışarıya bir seferde kaç tane kitap alabilirim?

bir seferde
at a time

He carried six boxes at a time. - O, bir seferde altı kutu taşıdı.

Perhaps you should try doing one thing at a time. - Belki bir seferde bir şey yapmaya çalışmalısın.

bir sonra
next

When is the next guided tour? - Bir sonraki rehberli tur saat kaçta?

The next step was to negotiate terms of a peace treaty. - Bir sonraki adım barış anlaşmasının koşullarını görüşmekti.

bir sonraki
next

The next step was to negotiate terms of a peace treaty. - Bir sonraki adım barış anlaşmasının koşullarını görüşmekti.

You are the next in line for promotion. - Tanıtım sırasında bir sonraki kişisin.

bir sorunu enine boyuna incelemek
(Hukuk) deliberation
bir süre
awhile

I'll bet Madonna doesn't return to her career for awhile. - Madonna'nın kariyerine bir süre için geri dönmeyeceğine bahse girerim.

We're going to have good weather for awhile. - Bir süreliğine daha havalar güzel olacak.

bir süre
awhile, for a time
bir süre sonra
in time
bir tür elma
russet
bir türlü
in one way or another
bir türlü
just as bad
bir türlü
in no way
bir yazıyı gözden geçirip düzeltmek
(Hukuk) revise
bir yerde
somewhere

You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth. - Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.

He lives somewhere about here. - O, burada bir yerde yaşıyor.

bir yere götürmek
take someone off
bir yere götürmek
take something off
bir yıllık bitki
annual
bir zamanlar
once

I have seen him once on the train. - Onu bir zamanlar trende gördüm.

I met him once when I was a student. - Bir zamanlar bir öğrenci iken onunla tanıştım.

bir şey değil
not at all

This is not at all what Tom expected. - Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.

bir şeye çözüm bulmak
sort something out
bir hayli
many

There are many books on this subject. - Bu konuda bir hayli kitap var.

He received a good many letters this morning. - O, bu sabah bir hayli mektup aldı.

bir kenara bırakmak
put away
bir takım
several

Several houses were damaged in the last storm. - Son fırtınada bir takım evler hasar gördü.

A combination of several mistakes led to the accident. - Bir takım hataların birleşimi kazaya neden oldu.

bir türlü
somehow
bir amaca yönelik
purposeful
bir an önce
forthwith
bir an önce
right away

Tom says he wants to get married right away. - Tom bir an önce evlenmek istediğini söylüyor.

Why did you put the chicken in such a difficult place to get when you knew that I wanted to use it right away? - Bir an önce onu kullanmak istediğimi bildiğin halde niçin tavuğu böyle alması zor bir yere koydun?

bir anlamı olmak
make sense
bir anlamı olmak
add up
bir anlamı olmak
have a meaning
bir araya gelmek
get together

Bill and John like to get together once a month to chat. - Bill ve John sohbet etmek için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

Bill and John like to get together once a month to shoot the breeze. - Bill ve John çene çalmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

bir bütün halinde
(Tıp) enblock
bir bütün olarak
as a whole
bir bütün olarak
in the aggregate
bir büyük
a grown up
bir de
moreover
bir de
boot
bir de
and what is more

He is a great statesman, and what is more a great scholar. - O büyük bir devlet adamı ve bunun da ötesinde büyük bir bilgindir.

bir de
also

This financial audit also includes an evaluation of the company's assets. - Bu mali denetim, aynı zamanda şirketin varlıklarının bir değerlendirmesini içerir.

To some degree I am also afraid of people, they have the power to destroy you. - Ben de bir dereceye kadar insanlardan korkuyorum, onların seni yok etme gücü var.

bir de
and also
bir de
and what's more
bir de
in addition

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de
in addition to

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de bana sor
tell me about it
bir dizi
a range of
bir dizi ...
a series of
bir dizi delikten biri
perforation
bir durumu düzeltmek
(Politika, Siyaset) remedy a situation
bir düz
knit one, purl one
bir hafta önce
a week ago
bir hafta önce
one week ago
bir işin üstesinden gelmek
be equal to
bir kere
begin with
bir kere
start with
bir kere daha
one more time
bir kere daha
encore
bir kere yaz
(Bilgisayar) write once
bir kere yazılır bellek
Write Once Read Many
bir kerede
in one go
bir kez
ever

I know that it is highly unlikely that you'd ever want to go out with me, but I still need to ask at least once. - Benimle çıkmak isteyeceğinizin pek olası olmadığını biliyorum fakat hâlâ en azından bir kez sormalıyım.

I promised my parents I would visit them at least once every three months. - Ebeveynlerime en az her üç ayda bir kez onları ziyaret edeceğime söz verdim.

bir kez
e'er
bir kez daha
(deyim) once and again
bir kez daha
one more time

If I go by air one more time, I'll have flown in an airplane five times. - Ben bir kez daha hava yoluyla gidersem uçakta beş kez uçmuş olurum.

Open your mouth one more time and I will beat you up! - Ağzını bir kez daha açarsan seni pataklayacağım!

bir kez daha
on one occasion
bir kez sor
(Bilgisayar) ask once
bir kez yumurtlayan
(Denizbilim) semelparous
bir kez çalıştır
(Bilgisayar) run once
bir nevi
sort of

I sort of had a crush on Tom. - Ben bir nevi Tom'a aşık oldum.

bir olayı çözmek
(Argo) dope
bir seferde
in one go
bir seçim yapmak
make a choice
bir sorunu çözmek
sort something out
bir söz
undertone
bir süre
for a time

The car dove into the field and, after bumping along for a time, came to a halt. - Araba tarlaya daldı ve bir süre sarsıldıktan sonra durma noktasına geldi.

He was happy for a time. - O, bir süre mutluydu.

bir süre önce
a while ago
bir tür
(Havacılık) perspex
bir tür akbaba
buzzard
bir tür akbaba
turkey buzzard
bir tür keklik
grouse
bir tür midye
cockle
bir tür sosis
(Gıda) frankfurter
bir tür yorgan
puff
bir tür şahin
(Hayvan Bilim, Zooloji) buzzard
bir uçtan bir uca
through

I hiked through the Pyrenees from Spain to Paris. - İspanya'dan Parise Pirene'leri bir uçtan bir uca yürüdüm.

bir yana
away

The birds flew away in all directions. - Kuşlar dört bir yana uçuştu.

bir yer
anywhere

Tom says he thinks he could live anywhere. - Tom herhangi bir yerde yaşayabileceğini sandığını söylüyor.

Is there a telephone anywhere? - Herhangi bir yerde bir telefon var mı?

bir yerde
as it were
bir yerde
anywhere

Tom isn't currently working anywhere. - Tom şu anda herhangi bir yerde çalışmıyor.

Do you feel at home anywhere? - Herhangi bir yerde evinizdeymiş gibi hisseder misiniz?

bir yerde bulunmak
be situated
bir yerde durmak
stop off
bir yerde ikamet etmek
abode
bir yerde kalmak (su vb)
stand
bir yerde oturan
resident
bir yerde oturan kimse
habitant
bir yerde oturan kimse
calm
bir yerde oturan kimse
occupant
bir yerde toplamak
centralize
bir yerde torpili olmak
have an in
bir yerde tutmak
store
bir yetişkin
a grown up
bir yıllık
ageing
bir yıllık
one-year
bir yıllık olarak hesaplanan
(Ticaret) annualized
bir ölçü
(Gıda) batch
bir önceki
the previous one

This winter is expected to be colder than the previous one. - Bu kışın bir önceki kıştan daha soğuk olması bekleniyor.

This newspaper article is more interesting than the previous one. - Bu gazete makalesi bir öncekinden daha enteresan.

bir önceki
the preceding one
bir önceki
the former one
bir önceki sayı
back number
bir önceki yıl
previous year
bir örnek
one example
bir örnek
one-note
bir şeyin etkisi
(Hukuk) outcome
birden bir şeye başlamak
break into
bire bir
one-to-one
bire bir
teteatete
bire bir eşleştirme
(Bilgisayar) 1-to-1
bir kat daha
more
bir defa
once

May I wash all my laundry at once? - Bütün çamaşırımı bir defada yıkayabilir miyim?

I remember you appeared on television once. - Senin bir defa televizyona çıktığını hatırlıyorum.

Bir mıh nal kurtarır bir nal bir at kurtarır
(Atasözü) A stitch in time saves nine
Bir pire için yorgan yakar
(Atasözü) He that takes revenge at all costs
Bir çocuktan bir deliden al haberi
(Atasözü) Children and fools speak the truth
bir aralık
a range
bir bardak su lütfen
a glass of water please
bir elin nesi var iki elin sesi var.
(Atasözü) Four eyes are better than two
bir karış
A mixed
bir kuş
a bird
bir kısmı, bir parça, bir bölüm
part, a part of a section
bir yere gitmek
To go to a place
Bir yerde bir aksaklık var
There's a hitch somewhere
bir alan pişman, bir almayan
(Konuşma Dili) It's the sort of thing that looks good and attracts a lot of interest but is actually of very little use
İngilizce - İngilizce
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
British Institute of Radiology
Türkçe - Türkçe
Sadece
Tek
Bu sayıyı gösteren rakam 1, I
Başına geldiği kelimelere kuvvet, istek veya kesin olmayan anlamlar katar
Herhangi bir varlığı belirsiz olarak gösterir
Ancak, yalnız
Bu sayıyı gösteren 1, I rakamlarının adı
Sayıların ilki
Bir kez
Beraber
Değer, önem bakımlarından birbirinden farksız, birbirine eşit, birbirine benzer
Ortaklaşa olan, müşterek
Eş, aynı, bir boyda
Bu sayı kadar olan
1
bir sürecin kendisinden direkt olarak yayılan
emitted from
bir bir
Birer birer, ayrı ayrı
bir bir
Olduğu gibi, tam tamına, eksiksiz
bir bir
bakınız: hepyek
bir boydan bir boya
Bir yerin bir ucundan öbür ucuna kadar, baştan başa
bir yer, bir olaya sahne olmak
Bir yerde bir olay geçmek
bir şey için veya bir şeye deli olmak
Çok sevmek
bir şey için veya bir şeye deli olmak
Çok sinirlenmek
bir şey için veya bir şeye deli olmak
Delirmek
Bir ara
bir aralık
Bir araya getirmek
birleştirmek
Bir araya getirmek
toplamak
Bir kere
(Osmanlı Dönemi) TURKA
Bir kerelik
bir defalık
Bir kez
bir yol
Bir kez
bir boy
Bir tek
vahit
Bir yıllık
(Osmanlı Dönemi) HAVLÎ
Bir önceki
geçen
Bir önceki
bıldırki
bir an önce
Hemen, olabildiği kadar ivedi
bir ara
Geçmişte bir zaman
bir ara
Kısa bir süre
bir kere
Aslında
bir kere
Bir kez, bir defa
bir sürü
Çok sayıda, pek çok
bir yandan
Bir taraftan, hem ... hem
bir zamanlar
Zamanında, vaktiyle, eskiden
bir çift
Biraz, bir iki
bir çift
İki adet
bir ölçüde
Biraz, belli oranda
birler
Ondalık sayı sistemine göre yazılan bir tam sayıda sağdan sola doğru ilk sayının bulunduğu basamak
İngilizce - Türkçe

bir teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

birini bir yere bırakmak
Drop someone to somewhere