Esperanto öğrenmeye başladınız.
- You began to learn Esperanto.
Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.
- He began his meal by drinking half a glass of ale.
Yağmur yağmaya başladığında biz başlamak üzereydik.
- We were about to start, when it began to rain.
Ne zaman başlamak istersin?
- When would you like to begin?
Birlikte başlamak için buraya gelmemeliydin.
- You shouldn't have come here to begin with.
Mağazaya gidiyorum ve kimi görüyorum? Onunla son kez buluştuğumuzdan beri kendisinde neler gittiğini bana hemen anlatmaya başlayan bir Amerikan arkadaşımı.
- I go into the store, and who do I see? An American friend, who immediately begins to tell me what has been going on with him since we last met.
Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.
- After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop.
İyi bir başlangıç iyi bir bitiş yapar.
- A good beginning makes a good ending.
O, başlangıçta zor olacak, fakat her şey başlangıçta zordur.
- At the beginning it'll be tough, but everything's tough at the beginning.
Şaşırmak, merak etmek, anlamaya başlamaktır.
- To be surprised, to wonder, is to begin to understand.
Oda basın konferansının başlamasını bekleyen muhabirlerle tıka basa doluydu.
- The room was jam-packed with reporters waiting for the press conference to begin.
I'm beginning to understand.
- I am beginning to understand.
In the beginning God created the heaven and the earth.
- In the beginning God created the heavens and the earth.
... Well, as time went by, scientists began to realize that the lightening bolts and the ...
... So that's really where I began. ...