yaşlanmak

listen to the pronunciation of yaşlanmak
Türkçe - İngilizce
to grow old, age
get old
be getting on in years
fatten
age

You can't run away from age. - Yaşlanmaktan kaçamazsın.

Ageing isn't good, but the alternative is no better. - Yaşlanmak iyi değildir ama alternatifi daha iyi değildir.

grow old

I like people who are not afraid to grow old. - Yaşlanmaktan korkmayan insanları seviyorum.

I want to grow old with you. - Seninle yaşlanmak istiyorum.

to tear
get on
got old
aging
got older
grown old
get older
{k} get along in/on in/up
yaş
age

Wisdom does not automatically come with age. - Bilim yaş ile otomatik olarak gelmez.

He has a son of your age. - Senin yaşında bir oğlu var.

yaş
wet

This grass is too wet to sit on. - Bu çim üstüne oturmak için çok yaş.

The paint on the seat on which you are sitting is still wet. - Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.

yaş
humid
yaş
dank
yaş
sappy
yaş
year; winter
yaş
{i} year

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

My father will soon be forty years old. - Babam yakında kırk yaşında olacak.

yaşlanma
aging

Physical changes are directly related to aging. - Fiziksel değişiklikler doğrudan yaşlanmayla ilgilidir.

Aging doesn't cost anything. - Yaşlanma hiçbir şeye mal olmaz.

yaş
fresh

Fish such as carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.

That fish lives in fresh water. - O balık tatlı suda yaşar.

yaş
(Gıda) moisture
yaş
vintage
yaşlanma
growth
yaşlanma
(Tıp) aging effect
yaş
new

Older people are often afraid of trying new things. - Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.

John lives in New York. - John New York'ta yaşar.

yaş
young

She is five years younger than me. - O, benden beş yaş küçük.

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

yaş
in age
aşırı yaşlanmak
to overage
yaş
damp; moist
yaş
slang bad, rough, tough
yaş
slang alcohol, liquor, booze
yaş
tears (in a person's eyes): bir damla yaş a tear
yaş
fresh (fruit) (as opposed to dried)
yaş
tear

Tears came to my eyes. - Gözlerimden yaşlar geldi.

My mother looked at me with tears in her eyes. - Annem gözlerinde yaşlarla bana baktı.

yaş
clammy
yaş
time of life

The best time of life is when you are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.

The best time of life is when we are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.

yaş
unseasoned
yaşlanma
ageing

The pharmaceutical company is looking for the Elixir of Life to stop the ageing process. - İlaç firması yaşlanma sürecini durdurmak için hayat iksirini arıyor.

Ageing is a disease that you must die of. - Yaşlanma ölmek zorunda olduğunuz bir hastalıktır.

yaşlanma
anointment
yaşlanmak