sıklıkta

listen to the pronunciation of sıklıkta
Türkçe - İngilizce
often as
as often as
sık
{s} frequent

Because she was out of the country, she used Skype frequently. - O, ülke dışında olduğu için sık sık Skype kullandı.

Fiona's letters were becoming less and less frequent. - Fiona'nın mektupları gittikçe daha az sıklıkta oluyordu.

sık
{s} dense

The man was hiding in a dense forest. - Adam sık bir ormanda saklanıyordu.

sık
often

He often eats breakfast there. - O, kahvaltısını sıklıkla orada yer.

I often play tennis after school. - Okuldan sonra sık sık tenis oynarım.

sık
closely

This is one of Boston's most closely guarded secrets. - Bu, Boston’un en sıkı korunan sırlarından biridir.

This is one of Tatoeba's most closely guarded secrets. - Bu, Tatoeba'nın en sıkı korunan sırlarından biridir.

sık
close-timbered
sık
squeeze

Tom squeezed Mary's hand. - Tom Mary'nin elini sıktı.

I squeezed the juice out of the oranges. - Portakalların suyunu sıktım.

sık
continual
sık
clasp
sık
embarrass

She finds her parents embarrassing. - Anne ve babasını can sıkıcı buluyor.

It's something really embarrassing. - Bu gerçekten sıkıcı bir şey.

sık
clench

Tom clenched his fists angrily. - Tom yumruklarını öfkeyle sıktı.

You can't shake someone's hand with a clenched fist. - Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.

sık
compact

Tom has a trash compactor. - Tom'un bir çöp sıkıştırıcısı var.

sık
oppress

The silence is oppressive. - Sessizlik can sıkıcıdır.

sık
serried
sık
{f} oppressed
sık
{f} constricting
sık
constrict
sık
{s} thick

The forest was thick and impenetrable. - Orman sık ve aşılmazdı.

The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand. - Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.

sık
frequently as
sık
thickly

The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand. - Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.

sık
(placing things) close together
sık
close (weave, knit)
sık
dense, thick; frequent; closely; frequently
sık
frequently

Because she was out of the country, she used Skype frequently. - O, ülke dışında olduğu için sık sık Skype kullandı.

She was frequently late for school. - O sık sık okula geç kalırdı.

sık
placed or spaced close together; dense, thick
sık
(weaving, knitting) closely
sık
close

Tom's family is close-knit and loving. - Tom'un ailesi sıkı fıkı ve sevgi doludur.

Tom closed his eyes tightly. - Tom gözlerini sıkıca kapattı.

sık
constricted
Türkçe - Türkçe

sıklıkta teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

Sık
(Osmanlı Dönemi) TİZ
sık
Mısırlar yetişirken aralarından sökülen fazla mısırlar
sık
Kısa zaman aralıklarıyla, az aralıklarla
sık
Çok bulunan, çok rastlanan
sık
Benzerleri veya parçaları arasında çok az aralık bulunan, seyrek karşıtı. Çok bulunan, çok rastlanan
sık
Aralıksız olarak, aralarında az aralık bırakarak
sık
Benzerleri veya parçaları arasında çok az aralık bulunan, seyrek karşıtı
sıklıkta