Benim kitaplarım Rumence, onunkiler ise İngilizce.
- My books are in Romanian; hers are in English.
Tom Mary'ye onun parkta tek başına yürüyüşe gitmesinin iyi bir fikir olduğunu düşünmediğini söyledi.
- Tom told Mary that he didn't think it was a good idea for her to go jogging in the park by herself.
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık.
- We compared his work with hers.
Bu onun tişörtü. O tişört de onunkidir.
- This is her T-shirt. That T-shirt is hers, too.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent her 500 dollars.
Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı?
- Reporter: Did you buy her a kitten?
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı.
- Jane's dream was to find herself a sugar daddy.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
- Emi ordered herself a new dress.
Aşk onu rüyalarında görmektir.
- Love is seeing her in your dreams.
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
- I don't know whether you like her or not.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- I think that girl cut her hair to give herself a new look.
Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu.
- Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
O ondan daha akıllıdır.
- He's smarter than her.
Güvenlik için kadın, değerli şeylerini bankada sakladı.
- She kept her valuables in the bank for safety.
O bencil bir kadındır.
- She is a selfish woman.
Yumi oraya kendi gitti.
- Yumi went there by herself.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
O kekelemeye başladığında sınıf arkadaşları gülmekten kendilerini alamadılar.
- When she began to stutter, her classmates couldn't help laughing.
İnsanlar kendilerini korumak için sığınaklar tasarladı.
- People devised shelters in order to protect themselves.
Kendisini ateşle ısıttı.
- She warmed herself by the fire.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
- Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
O, sınavı geçmek için canını dişine taktı.
- She made great efforts to pass the examination.
O kötü bir dişini çektirdi.
- She had a bad tooth taken out.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
I asked Mary, but she said that she didn't know.
She is a beautiful boat, isn't she?.
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
All that glitters is not gold.
- Parlayan her şey altın değildir.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Everybody started to panic.
- Herkes panik yapmaya başladı.
Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo.
- Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.
Some humans believe that there exists a god who is omniscient, omnipotent and omnipresent.
- Bazı insanlar; her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve her yerde olan bir tanrının var olduğuna inanıyorlar.
Tom is omnilingual. He can speak every language on Earth.
- Tom omnilingualdir. O, Dünya'daki her dili konuşabilir.
You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
- Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
Although each person follows a different path, our destinations are the same.
- Her insan farklı bir yol izlesede, hedeflerimiz aynıdır.
Tom comes here every single day.
- Tom her tek günde buraya gelir.
I think about that every single day.
- Her gün onu düşünürüm.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
I don't like either of them.
- Ben, onlardan herhangi birini sevmiyorum.
You may take either of the two books.
- İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.
You can eat whatever you like.
- Her ne istiyorsanız yiyebilirsiniz.
He believes whatever I say.
- O, söylediğim her şeye inanır.
Whoever finds the bag must bring it here.
- Her kim çantayı bulursa onu buraya getirmelidir.
Sam helps whoever asks him to.
- Sam yardım isteyen herkese yardım eder.