kalıntılar

listen to the pronunciation of kalıntılar
Turkish - English
{i} remains

Human remains were found during the excavation. - Kazı sırasında insan kalıntıları bulundu.

You can still see the remains of the fortress there. - Orada kalenin kalıntılarını hâlâ görebilirsin.

ruins

The ruins are worth visiting. - Kalıntılar görülmeye değerler.

You can see the ancient ruins in the distance. - Uzaktaki antik kalıntıları görebilirsiniz.

relics

The relics of your grandparents are in this church. - Dede ve ninelerinin kalıntıları bu kilisededir.

We discovered relics of an ancient civilisation. - Eski bir uygarlıkla ilgili kalıntılar bulduk.

antiquity
remain

You can still see the remains of the fortress there. - Orada kalenin kalıntılarını hâlâ görebilirsin.

We must try to preserve the remains of ancient civilizations. - Antik uygarlıkların kalıntılarını korumaya çalışmalıyız.

kalıntı
remnant
kalıntı
residual
kalıntı
{i} ruins

We were looking at the ruins of the old fortress. - Eski hisarın kalıntılarına bakıyorduk.

If you want to know more about these ruins, you should ask an archaeologist. - Bu kalıntılar hakkında daha fazla bilmek istiyorsan, bir arkeoloğa sormalısın.

kalıntı
rest
kalıntı
{i} relic

The relics of your grandparents are in this church. - Dede ve ninelerinin kalıntıları bu kilisededir.

We discovered relics of an ancient civilisation. - Eski bir uygarlıkla ilgili kalıntılar bulduk.

kalıntı
end
kalıntı
insoluble residue
kalıntı
inclusion
kalıntı
vestige
kalıntı
mark
kalıntı
finding
kalıntı
fossil

Scuba divers have found many interesting things under water including gold coins, ancient ruins, and fossils of extinct animals. - Tüplü dalgıçlar suyun altında altın paralar, antik kalıntılar, soyu tükenmiş hayvanların kalıntıları dahil birçok ilginç şeyler buldu.

kalıntı
stub
kalıntı
residue
kalıntı
trace
kalıntı
remains

They took away the remains of a civilization lost in history. - Onlar tarihte kaybolmuş bir uygarlığın kalıntılarını çaldılar.

The only proof was the remains of the semen which had stuck to the underwear. - Tek kanıt iç çamaşıra yapışmış meni kalıntılarıydı.

kalıntı
ruin

If you want to know more about these ruins, you should ask an archaeologist. - Bu kalıntılar hakkında daha fazla bilmek istiyorsan, bir arkeoloğa sormalısın.

You can see the ancient ruins in the distance. - Uzaktaki antik kalıntıları görebilirsiniz.

kalıntı
wreckage
kalıntı
rump
kalıntı
{i} remain

The only proof was the remains of the semen which had stuck to the underwear. - Tek kanıt iç çamaşıra yapışmış meni kalıntılarıydı.

Human remains were found during the excavation. - Kazı sırasında insan kalıntıları bulundu.

kalıntı
oddment
kalıntı
hangover

Tom woke up the next day with a painful hangover. - Tom ertesi gün acı bir kalıntı ile uyandı.

kalıntı
remainder
kalıntı
the hangover
kalıntı
ruin; ruins, remains
kalıntı
remnant, remainder, leftovers
kalıntı
waif
kalıntı
carcass
kalıntı
spoils
kalıntı
remnant, remainder, leavings; ruin, ruins; residue; mark, trace
kalıntı
carcase
kalıntı
balance
kalıntı
palimsest
Turkish - Turkish
bakaya
Kalıntı
tortu
Kalıntı
bakiye
kalıntı
Bir toplum, kültür, uygarlık vb.nden artakalan şey: "Bu babacan, filozof ve hazırcevap insanlar kuşağı, tükenen bir görgü devrinin son kalıntıları gibidir."- H. Taner
kalıntı
Bir kentten veya mimarlık eserinden artakalan bölüm, yıkıntı, harabe, enkaz: "Efes, Bergama'nın kalıntıları, ulaştıkları uygarlığı serer gözler önüne."- N. Cumalı. İz, işaret
kalıntı
İz, işaret
kalıntı
Artıp kalan şey, bakiye
kalıntı
Bir toplum, kültür, uygarlık vb.den artakalan şey
kalıntı
Bir kentten veya mimarlık eserinden artakalan bölüm, yıkıntı, harabe, enkaz