doluluk

listen to the pronunciation of doluluk
Turkish - English
(İnşaat) compactness
plethora
integrity
fulness
fullness
throng
repletion
full
fullness, plenitude
impletion
plenum
dolu
full

Japan is full of beautiful cities. Kyoto and Nara, for example. - Japonya güzel kentlerle doludur. Örneğin Kyoto ve Nara.

Don't speak with your mouth full. - Ağzın doluyken konuşma.

dolu
hail

Have you ever seen it hail? - Hiç dolu yağdığını gördün mü?

The hailstorm ruined crops. - Dolu fırtınası ürünleri mahvetti.

doluluk boşluk oranı
(Bilgisayar,Teknik) duty cycle
doluluk hali
(Tıp) plethora
doluluk oranı
(İnşaat) compactness ratio
doluluk oranı
(Telekom) fill factor
doluluk oranı
(Turizm) load factor
doluluk oranı
(Turizm) occupancy rate
doluluk miktarı
charge
doluluk oranı
(otel) occupancy
doluluk oranını artırma
(Turizm) yield management
dolu
crowded

The train was crowded with people. - Tren insanlarla doluydu.

Whichever highway you decide on, it will be crowded with cars and trucks. - Hangi otoyola karar verirsen ver, arabalarla ve kamyonlarla dolu olacaktır.

dolu
occupied

All the apartments are occupied. - Tüm apartmanlar doludur.

dolu
{s} replete

The annals of sports are replete with the names of great black athletes. - Spor yıllıkları, büyük siyah sporcuların isimleriyle doludur.

dolu
(Avcılık) load
dolu
full of
dolu
(Konuşma Dili) beyond measure
dolu
fraught with
dolu
(Gıda) full bodied
dolu
crammed
dolu
charged
dolu
vibrant with
dolu
sleet
dolu
thick
dolu
fraught
dolu
loaded

Tom was so loaded with work that he would forget to eat. - Tom işle o kadar doluydu ki yemek yemeyi unutacaktı.

That gun is probably not loaded. - O silah muhtemelen dolu değil.

dolu
a load of
dolu
brimful of
dolu
haıl
dolu
engaged
dolu
capacity

The bus was filled to capacity. - Otobüs tam kapasite doluydu.

The hall was filled to capacity. - Salon tam kapasite doluydu.

dolu
alive with

The place was alive with creative young people. - Yer yaratıcı genç insanlarla hayat doluydu.

The pond was alive with various tiny fishes. - Gölet çeşitli küçük balıklarla doluydu.

dolu
thick with
dolu
filled

The park is filled with children. - Park çocuklarla doludur.

The bus was filled to capacity. - Otobüs tam kapasite doluydu.

dolu
instinct
dolu
abounding
dolu
shot
dolu
rife
dolu
instinct with
dolu
laden
dolu
shot through
dolu
steeped in
dolu
abundant
dolu
racked
dolu
teeming

The street was teeming with people. - Sokak insanlarla doluydu.

dolu
ridden
hayal doluluk
dreamfulness
hayat doluluk
animateness
Turkish - Turkish
Dolu olma durumu
Dolu
fam
Dolu
komple
Dolu
kırcı
Dolu
(Osmanlı Dönemi) BEREDE
Dolu
(Osmanlı Dönemi) FA'M
Dolu
pür
dolu
Bir duygunun güçlü etkisinde olan
dolu
Tornacılıkta delik açılmamış (gereç)
dolu
Çok olan
dolu
İçi boş olmayan, dolmuş, meşbu, boş karşıtı
dolu
Boş vakit olmayan, meşgul
dolu
İçinde atılacak mermisi bulunan
dolu
Bir yerde sayıca çok
dolu
Boş vakti olmayan, meşgul. Çok olan (iş, uğraş, olay vb.). İçinde atılacak mermisi bulunan (top, tüfek vb.). İçki doldurulmuş bardak
dolu
İçki doldurulmuş bardak
dolu
Delik açılmamış, (gereç)
dolu
Havada su buğusunun birden yoğunlaşıp katılaşmasından oluşan, türlü irilikte, yuvarlak veya düzensiz biçimli saydam buz parçaları durumunda yere hızla düşen bir yağış türü: "Dolu ekinlerini vurmuşsa bir yıl aç demekti."- T. Buğra. İçi boş olmayan, dolmuş, meşbu, boş karşıtı
dolu
Boş yeri yok, her yeri tutulmuş
dolu
Boş yeri olmayan, her yeri tutulmuş olan: "Haftaya pazartesiye kadar bütün uçaklar dolu."- A. İlhan
doluluk
Favorites