ön

listen to the pronunciation of ön
Turkish - English
preliminary

A preliminary hearing is scheduled for October 20th. - Bir ön duruşma 20 Ekim'de planlanıyor.

face

Twice and thrice had I loved thee before I knew thy face or name. - Adını öğrenmeden ve yüzünü görmeden önceleri de sana âşıktım.

I don't understand the words on the face of the coin. - Madeni paranın önündeki sözleri anlamıyorum.

{s} anterior
front

The garden is in front of the house. - Bahçe, evin önündedir.

There is a post office in front of my house. - Evimin önünde bir postane var.

forward

Please bring the matter forward at the next meeting. - Lütfen gelecek toplantıda maddeyi öne sür.

If you put your best foot forward, you will succeed. - Eğer en iyi ayağınızı öne koyarsanız, başarılı olursunuz.

first

Two weeks ago, I visited Disneyland for the first time. - İki hafta önce, ilk kez Disneyland ziyaret ettim.

One will be judged by one's appearance first of all. - Bir insan her şeyden önce görünümü ile değerlendirilecektir.

(Dilbilim) proto
(Bilgisayar,Dilbilim) initial

Tom carved his initials on the large oak tree in front of the school. - Tom okulun önündeki büyük meşe ağacına adının baş harflerini kazıdı.

primary

My primary concern is your safety. - Benim öncelikli ilgim sizin güvenliğinizdir.

Where to go and what to see were my primary concerns. - Nereye gideceğim ve ne göreceğim benim öncelikli ilgilerim.

(Tıp) posterior
pre-

He bought the pre-cut pork loin. - O önceden kesilmiş domuz filetosu aldı.

The pre-Islamic Arabs were nomads. - İslam öncesi Araplar göçebeydiler.

foreground

The couch is in the foreground next to the table. - Kanepe masanın yanında ön tarafta.

fore

Nobody can foresee what'll happen. - Kimse ne olacağını öngöremez.

The morning forecast predicted thunder showers later in the day. - Sabah hava durumu daha sonra gün içinde gök gürültülü sağanak yağışı öngördü.

ventral
frontal
pre

We have to take steps to prevent air pollution. - Hava kirliliğini önlemek için önlemler almalıyız.

It would be to your advantage to prepare questions in advance. - Soruları önceden hazırlamak senin yararına olur.

precursor
the front

He sat in the front so as to be able to hear. - İşitebilmek için önde oturdu.

Tom was sitting in the front of the bus. - Tom otobüsün önünde oturuyordu.

prelımınary
at the front
pro

They know the importance of protecting the earth. - Dünyayı korumanın önemini biliyorlar.

The student has already solved all the problems. - Öğrenci tüm problemleri daha önce çözdü.

(Diş Hekimliği) vestibule
the time immediately before one, the immediate future
presence

At the party, one of his political opponents humiliated him in the presence of many guests. - Partide,onun politik rakiplerinden biri onu birçok misafirin önünde küçük düşürdü.

This is not a joke to be told in the presence of your parents. - Bu, ailenin gözünün önünde anlatılacak bir fıkra değil.

initiative
front; front part (of)
ante

Tom connected the TV to the antenna that the previous owner of his house had mounted on the roof. - Tom TV'yi evin önceki sahibinin çatıya monte ettiği antene bağladı.

The conquest of İstanbul antedates the discovery of America. - İstanbul'un fethi, Amerika'nın keşfinden önce gelir.

front; foreground; face; breast, chest; the future; front, foremost, forward; fore; prior; preparatory, preliminary; anterior, frontal
space in front (of)
precursory
front; foremost; preliminary
windshield

Tom was the one who broke the windshield of Mary's car. - Mary'nin arabasının ön camını kıran kişi Tom'du.

I saw Tom through the windshield. - Arabanın ön camından Tom'u gördüm.

windscreen
advance

Please inform me of your absence in advance. - Lütfen yokluğunuzu önceden bana bildiriniz.

You may as well say it to him in advance. - Siz de ona önceden söyleyebilirsiniz.

ön ödeme
(Ticaret) down payment
ön değerlendirme
(Politika, Siyaset) appraisal
ön koşul
prerequisite

Citizenship is a prerequisite for voting. - Vatandaşlık, oylama için bir ön koşuldur.

ön plan
{i} foreground
ön büro
(Turizm) front office
ön cephe
façade
ön cephe
front
ön değer
(Bilgisayar) default
ön değerlendirme
(Dilbilim) pre assessment
ön diş
tenaille
ön hazırlık
(Ticaret) preliminary preparation
ön inceleme
(Kanun,Ticaret) preliminary examination
ön inceleme
(Ticaret) prior review
ön izin
(Turizm) preliminary permission
ön izin
(Politika, Siyaset) prior authorisation
ön izleme
(Bilgisayar) preview

Let me give you a preview. - Sana bir ön izleme vereyim.

ön koşul
prerequisite for
ön koşul
(Politika, Siyaset) prequisite
ön plan
(Tarım) preliminary plan
ön plan
preplan
ön plana çıkmak
come into prominence
ön protokol
(Ticaret) term sheet
ön yargı
bias

People tend to look at others with bias. - İnsanlar diğerlerine ön yargı ile bakmak eğilimindedir.

I'm pretty sure Tom's biased. - Tom'un ön yargılı olduğundan oldukça eminim.

ön yüz
(Bilgisayar) face up
ön yüz
face
ön yüz
(Bilgisayar,Teknik) face plate
ön çalışma
preparatory work
ön ödeme
down-payment
ön ödeme
(Ticaret) payment in advance
ön ödeme
(Ticaret) advance
ön bellek
cache memory
ön değer
face value
ön diş
incisor
ön ek
prefix
ön giriş
front entrance
ön koşul
precondition

Consciousness is a precondition of being. - Bilinç varlığın ön koşuludur.

ön koşul
pre-requisite
ön lisans
associate degree
ön yeterlik
pre qualification
ön yüz
{i} facing
ön çalışma
preliminary work
ön çizgi
front line
ön çizgi
ground line
Ön cephe
(Finans) frontline
Ön ödeme
prepayment
ön bellek
cache
ön bilgi
prior knowledge
ön büro
(Hotel) reception
ön görüşme
intake, screening
ön planda
in the foreground
ön sevişme
Foreplay

Do you think that foreplay is an important part of sex? - Ön sevişmenin seksin önemli bir parçası olduğunu düşünüyor musun?

He ejaculated while we were still having foreplay. - O biz hâlâ ön sevişme yaparken boşaldı.

ön yüz
front face
ön ödeme
prepay
ön ödeme
to prepay
ön ödeme
prepaying
ön ödeme
upfront
ön bellek
cashe
ön bilgi
foreknowledge
ön cephe
frontage
ön cephe
frontage, front facade
ön değerlendirme
(Hukuk) ex-ante evaluation
ön diş
nipper
ön diş
buckteeth
ön diş
bucktooth
ön eleme
preselection
ön giriş
front inlet
ön görüşme
pourparler
ön hazırlık
preliminary
ön izin
(Hukuk) (topluluk mevzuatından süreli muafiyet) preliminary authorization, prior authorization
ön işlem
pretreatment
ön koşul
(Hukuk) pre-condition
ön koşul
reserve
ön koşul
prior condition
ön koşul
reservation
ön plan
forefront
ön plan
the foreground
ön plâna çıkmak
take over
ön yeterlilik
(Kanun) preliminary qualification
ön yüz
önyüz
ön çalışma
preliminary study
ön çalışma
study
ön ödeme
advance payment
Turkish - Turkish
(Osmanlı Dönemi) KUDDAMÎ
Bir kimsenin ilerisi: "Bir aralık önümüzden şarkı sesleri geldi."- S. F. Abasıyanık
Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı: "Beş on kişi, köşkün önünde toplandık."- M. Ş. Esendal
Bir kimsenin ilerisi
Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü: "Uçuk siyah renkli çarşaf pelerinin önü açık."- P. Safa
Civar, yöre
Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı
Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü
Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı: "Altmış yaşında anamın önünde sigara içmek istemezdim."- B. Felek
Bazı kelimelerin başına getirilerek kelimenin anlamına "önce olan" veya "ilk kavramı" katar
Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan: "Ben, Anafartalar'da Mustafa Kemal'in bulunduğu en ön siperlerde de kurşun attım."- A. Gündüz
Yakın gelecek zaman
Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı
Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan
pişigah
ön lisans
Yükseköğretimde ilk iki yıllık lisans programı
ön lisans
(Eğitim) Yüksek öğretimde ilk iki yıllık lisans programı
ön yargı
Bir kimse veya bir şeyle ilgili olarak belirli şart, olay veya görüntülere dayanarak önceden edinilmiş olumlu veya olumsuz yargı, peşin yargı, peşin hüküm, peşin fikir: "Faraziyenizi çok yanlış on yargılara oturtuyorsunuz."- H. Taner
Ön yargı
peşin hüküm
Ön çalışma
etüt
Ön ödeme
kaparo
ön bilgi
Herhangi bir konuda derinlemesine bir araştırma yapmadan sağlanan birtakım bilgiler
ön ek
Bazı yabancı dillerde kelime kökünün önüne gelerek kelimeye belirli bir anlam katan ek: anormal, bîçare, nadan gibi
ön eleme
Yarışmalara veya sınavlara katılacak esas kişileri belirlemek için yapılan eleme
ön koşul
Ön şart
ön yargı
Bir kimse veya bir şeyle ilgili olarak belirli şart, olay veya görüntülere dayanarak önceden edinilmiş olumlu veya olumsuz yargı, peşin yargı, peşin hüküm, peşin fikir
ön çalışma
Bir çalışmaya başlayabilmek için yapılması gereken hazırlık
ön ödeme
Bir alacağın gerçekleşmesinden önce verilen belirli bir miktar
English - Turkish

Definition of ön in English Turkish dictionary

ön plana çıkmak
Take over
ön yargı
Prejudice