önünde

listen to the pronunciation of önünde
Türkisch - Englisch
in front of

There is a post office in front of my house. - Evimin önünde bir postahane var.

There is a lake in front of my house. - Evimin önünde bir göl var.

sub

I didn't consider the subject seriously. - Konuyu ciddi olarak göz önünde bulundurmadım.

before

One day your life will flash before your eyes. Make sure it's worth watching. - Bir gün hayatın gözlerinin önünde hızla akıp gidecektir. Emin ol, izlemeye değer.

A young man is singing before the door. - Kapının önünde genç bir adam şarkı söylüyor.

in front of; before, in the presence of
a) in front of b) before, in sb's presence, in the presence of sb
in advance
on front
supra
ön
preliminary

A preliminary hearing is scheduled for October 20th. - Bir ön duruşma 20 Ekim'de planlanıyor.

göz önünde bulundurmak
consider

The first thing you have to take into consideration is time. - Göz önünde bulundurmak zorunda olduğun ilk şey zamandır.

I have to consider every possibility. - Her ihtimali göz önünde bulundurmak zorundayım.

ön
face

Twice and thrice had I loved thee before I knew thy face or name. - Adını öğrenmeden ve yüzünü görmeden önceleri de sana âşıktım.

I don't understand the words on the face of the coin. - Madeni paranın önündeki sözleri anlamıyorum.

ön
{s} anterior
ön
front

The car is parked in front of the building. - Araba, binanın önüne park edildi.

The garden is in front of the house. - Bahçe, evin önündedir.

göz önünde tutma
consideration

She should take into consideration the advice of her mother. - O, annesinin tavsiyesini göz önünde tutmalıdır.

önünde gitmek
precede
önünde olmak
be in advance of
önünde ardında dolaşmak
to follow (someone) everywhere
önünde ardında gidilmez
(Konuşma Dili) He is not someone you can rely on
önünde diz çökmek
genuflect before
önünde eğilme
obeisance
önünde görünmek
(Askeri) head-up display
önünde olmak
keep ahead of
önünde perende atamamak
to be unable to fool (someone)
önünde saygı ile eğilmek
revere
önünde söylemek
call on
önünde söylemek
call upon
göz önünde bulundurmak
take into account
ön
forward

Please bring the matter forward at the next meeting. - Lütfen gelecek toplantıda maddeyi öne sür.

If you put your best foot forward, you will succeed. - Eğer en iyi ayağınızı öne koyarsanız, başarılı olursunuz.

göz önünde tutma
allowance

The lawyer asked the judge to make allowance for the age of the accused. - Avukat yargıca suçlananların yaşlarını göz önünde tutmasını rica etti.

göz önünde tutmak
reckon with
herkesin önünde
publicly
herkesin önünde
in full view
herkesin önünde olmak
(Dilbilim) be ahead
kanun önünde
before the law
ön
first

One is judged by one's speech first of all. - Bir insan her şeyden önce konuşması ile değerlendirilir.

Two weeks ago, I visited Disneyland for the first time. - İki hafta önce, ilk kez Disneyland ziyaret ettim.

ön
(Dilbilim) proto
ön
(Bilgisayar,Dilbilim) initial

Tom carved his initials on the large oak tree in front of the school. - Tom okulun önündeki büyük meşe ağacına adının baş harflerini kazıdı.

ön
primary

My primary concern is your safety. - Benim öncelikli ilgim sizin güvenliğinizdir.

Where to go and what to see were my primary concerns. - Nereye gideceğim ve ne göreceğim benim öncelikli ilgilerim.

ön
(Tıp) posterior
ön
pre-

He bought the pre-cut pork loin. - O önceden kesilmiş domuz filetosu aldı.

What's your pre-tax income? - Senin vergi öncesi gelirin nedir?

ön
foreground

The couch is in the foreground next to the table. - Kanepe masanın yanında ön tarafta.

ön
fore

Prophets have been forecasting the end of the world for centuries. - Peygamberler yüzyıllar boyunca dünyanın sonunu önceden tahmin etmiştir.

According to the weather forecast, the rainy season will set in next week. - Hava tahmini göre, yağışlı mevsim önümüzdeki hafta başlayacak.

ön
ventral
ön
frontal
ön
pre

We have to take steps to prevent air pollution. - Hava kirliliğini önlemek için tedbirler almalıyız.

His opinion is free from prejudice. - Onun görüşü önyargısızdır.

ön
precursor
hemen önünde
Right in front

Masanın hemen önünde.

ön
the front

He sat in the front so as to be able to hear. - İşitebilmek için önde oturdu.

Tom and Mary usually like to sit in the front row. - Tom ve Mary genellikle ön sırada oturmaktan hoşlanırlar.

ön
prelımınary
ön
at the front
ön
pro

They know the importance of protecting the earth. - Dünyayı korumanın önemini biliyorlar.

The student has already solved all the problems. - Öğrenci tüm problemleri daha önce çözdü.

adalet önünde
in justice
askeri bando önünde giden kız
drum majorette
bando önünde yürüyen kız
majorette
başı önünde
with downcast eyes
göz önünde bulundurmak
(Hukuk) to consider, take into account, to regard
göz önünde bulundurmak
make allowances for
göz önünde bulundurmak
take into consideration
göz önünde bulundurmak
to bear in mind, to remember, to consider, take into consideration
göz önünde olmak
be in the limelight
göz önünde tutarak
(Hukuk) (ilke kararlarında) considering that (in resolutions), having regard to
göz önünde tutarak
in view of
göz önünde tutma
account

We should take his youth into account. - Onun gençliğini göz önünde tutmalıyız.

göz önünde tutmak
reckon among
göz önünde tutmak
keep in view
göz önünde tutmak
to bear in mind, to remember, to consider, take into consideration
göz önünde tutmak
figure on
göz önünde tutmak
consider
göz önünde tutmak
take into consideration
göz önünde tutmak
make allowances for
göz önünde tutulursa
given, considering
göz önünde tutulursa
considering
gözü önünde
in front of one's eyes, under/before one's very eyes, in sb's presence, in the presence of
gözünün önünde
under/before one's very eyes, under sb's (very) nose
gözünün önünde olmak
stare smb. in the face
herkesin gözü önünde
in the glare of publicity
herkesin önünde
for all the world to see
herkesin önünde
in public

Tom becomes nervous whenever he has to speak in public. - Tom herkesin önünde konuşmak zorunda olduğunda sinirlenir.

You ought not to say such things in public. - Herkesin önünde böyle şeyler söylememelisin.

pencere önünde çiçek yetiştirme
window gardening
rüzgârın önünde
before the wind
yargı önünde
in justice
yemekli vagon trenin önünde mi arkasında mı
Is the dining car at the front or rear of the train
Ön
(Diş Hekimliği) vestibule
çok göz önünde olmak
be much in evidence
ön
the time immediately before one, the immediate future
ön
presence

Its presence is important for me. - Onun varlığı benim için önemli.

At the party, one of his political opponents humiliated him in the presence of many guests. - Partide,onun politik rakiplerinden biri onu birçok misafirin önünde küçük düşürdü.

ön
initiative
ön
front; front part (of)
ön
ante

Tom connected the TV to the antenna that the previous owner of his house had mounted on the roof. - Tom TV'yi evin önceki sahibinin çatıya monte ettiği antene bağladı.

The conquest of İstanbul antedates the discovery of America. - İstanbul'un fethi, Amerika'nın keşfinden önce gelir.

ön
front; foreground; face; breast, chest; the future; front, foremost, forward; fore; prior; preparatory, preliminary; anterior, frontal
ön
space in front (of)
ön
precursory
ön
front; foremost; preliminary
ön
windshield

Should I clean your windshield? - Ön camını temizlemem gerekiyor mu?

I saw Tom through the windshield. - Arabanın ön camından Tom'u gördüm.

ön
windscreen
ön
advance

Please inform me of your absence in advance. - Lütfen yokluğunuzu önceden bana bildiriniz.

You may as well say it to him in advance. - Siz de ona önceden söyleyebilirsiniz.

şartlar göz önünde tutulursa
considering
Türkisch - Türkisch
uğrunda
acemi katır kapı önünde yük indirir
(deyim) Bir işin yabancısı olan, bir işe alışmamış, beceriksiz ya da anlayışsız kişi, kendisinden beklenen işi eksik yapar ve istenildiği gibi yerine getiremez; daha başlangıç anında veya en önemli yerinde işi bırakıverir
göz önünde tutmak
dikkate almak
göz önünde tutmak
herhangi bir durumun nasıl bir sonuca yol açacağını hesaba katmak
Ön
(Osmanlı Dönemi) KUDDAMÎ
ön
Bir kimsenin ilerisi: "Bir aralık önümüzden şarkı sesleri geldi."- S. F. Abasıyanık
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı: "Beş on kişi, köşkün önünde toplandık."- M. Ş. Esendal
ön
Bir kimsenin ilerisi
ön
Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü: "Uçuk siyah renkli çarşaf pelerinin önü açık."- P. Safa
ön
Civar, yöre
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı
ön
Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı: "Altmış yaşında anamın önünde sigara içmek istemezdim."- B. Felek
ön
Bazı kelimelerin başına getirilerek kelimenin anlamına "önce olan" veya "ilk kavramı" katar
ön
Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan: "Ben, Anafartalar'da Mustafa Kemal'in bulunduğu en ön siperlerde de kurşun attım."- A. Gündüz
ön
Yakın gelecek zaman
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı
ön
Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan
ön
pişigah
önünde
Favoriten