yeteneksiz

listen to the pronunciation of yeteneksiz
التركية - الإنجليزية
talentless
untalented

Tom is extremely untalented. - Tom son derece yeteneksiz.

fresh-water
inept
unendowed
unskilful
lacking in ability, incapable, incompetent; untalented; inapt, inept
helpless
incapable, incompetent, untalented, inept kabiliyetsiz
ineffective
inapt
incapable
hopeless
incompetent

My secretary is incompetent. - Sekreterim yeteneksizdir.

Tom was totally incompetent. - Tom tamamen yeteneksizdi.

yetenek
ability

I showed them the difference of ability. - Yetenek farkını onlara gösterdim.

He is a man of ability. - O, bir yetenek insanı.

yetenek
{i} talent

Talent for music runs in their blood. - Müzik için yetenek onların kanında akar.

The amateur singer won first in the talent show hands down. - Amatör şarkıcı eller aşağı yetenek yarışmasında birincilik ödülünü almıştır.

yeteneksiz bir şekilde
ineptly
yeteneksiz olmak
be unskilled
yetenek
(Askeri,Teknik) skill

Tom is a skillful carpenter. - Tom yetenekli bir marangozdur.

To be a good translator, I think Tom needs to hone his skills a bit more. - İyi bir tercüman olmak için, sanırım Tom yeteneklerini biraz daha geliştirmeli.

yetenek
flair
yetenek
{i} competence
yetenek
accomplishment

I'm proud of Tom's accomplishments. - Tom'un yetenekleriyle gurur duyuyorum.

yetenek
resource
yetenek
capacity
yetenek
skills

He boasted about his skills. - O, yetenekleri hakkında övündü.

The more skills one masters, the greater contribution one can make to society. - Bir insan ne kadar çok yetenek öğrenirse, topluma o kadar daha çok katkıda bulunur.

yetenek
{i} capability
yetenek
{i} parts
yetenek
caliber
yetenek
gift

There is no room to doubt that he is a gifted artist. - Onun yetenekli bir sanatçı olduğundan şüphe etmeye yer yok.

He has natural gifts. - Onun doğuştan yetenekleri var.

yetenek
facility
yetenek
{i} fitness
yetenek
competency
yetenek
{i} hand

The amateur singer won first in the talent show hands down. - Amatör şarkıcı eller aşağı yetenek yarışmasında birincilik ödülünü almıştır.

That actor is both handsome and skillful. - Bu aktör hem yakışıklı hem de yetenekli.

yetenek
prerogative
yetenek
qualification
yetenek
knack
yetenek
dowery
yetenek
endowment
yetenek
quality
yetenek
dexterity
yetenek
(Ticaret) merit

You can't know his merits by his appearance. - Onun görünüşüyle yeteneklerini bilemezsin.

yetenek
acumen
yetenek
touch
yetenek
adequacy
yetenek
power
yetenek
bent
yetenek
turn
yetenek
the ability
yetenek
aptitude

He has an aptitude for painting. - O, ressamlık için yeteneklidir.

I finally passed the aptitude test for higher management studies. - Ben yüksek yönetim çalışmaları için nihayet yetenek sınavını geçtim.

yetenek
instinct

You have good instincts. - Senin güzel yeteneklerin var.

yetenek
capacity, capability, ability, aptitude, talent, power, gift, competence, acumen, flair, knack, bent kabiliyet, kapasite
yetenek
faculty
yetenek
dowry
yetenek
artistry
yetenek
calibre
yetenek
disposition
yetenek
aptness
yetenek
efficiency
yetenek
dower
yetenek
accomplishments

I'm proud of Tom's accomplishments. - Tom'un yetenekleriyle gurur duyuyorum.

yetenek
{i} vocation
yetenek
capabilities
التركية - التركية
Yeteneği olmayan, kabiliyetsiz
Yeteneği olmayan, kabiliyetsiz: "Yeteneksizimdir, düşündüklerimi gereğince anlatamıyorumdur, ama bir yazının güç anlaşılsın ya da hiç anlaşılmasın diye yazılmasını anlayamam."- M. C. Anday
kabiliyetsiz
yetenek
Bir kimsenin bir şeyi anlama veya yapabilme niteliği, kabiliyet
Yetenek
kudret
Yetenek
başarat
Yetenek
kabiliyet
yetenek
Dışardan gelen etkiyi alabilme gücü
yetenek
Dışarıdan gelen etkiyi alabilme gücü
yetenek
Bir duruma uyma konusunda organizmada bulunan ve doğuştan gelen güç, kapasite
yetenek
Kişinin kalıtıma dayanan ve öğrenmesini çerçeveleyen sınır