yüksekte

listen to the pronunciation of yüksekte
التركية - الإنجليزية
high

Could you dial for me? The telephone is too high. - Benim için arar mısın? Telefon çok yüksekte.

The higher in the atmosphere you travel, the less air there is. - Atmosferde ne kadar yüksekte seyahat edersen o kadar az hava vardır.

up
yüksek
high

Mount Everest is the world's highest peak. - Everest dağı dünyanın en yüksek tepesidir.

The firm is known for its high-quality products. - Firma, yüksek kaliteli ürünleriyle bilinmektedir.

yüksekte tutmak
keep up
yüksekte çalışan inşaat işçisi
spiderman
yüksek irtifadan atlama yüksekte paraşüt açma tekniği
(Askeri) high-altitude high-opening parachute technique
yüksek
{s} loud

Speak louder so everyone can hear you. - Daha yüksek sesle konuşun böylece herkes sizi duyabilir.

They are talking loudly when they know they are disturbing others. - Başkalarını rahatsız ettiklerini öğrendiklerinde yüksek sesle konuşuyorlardı..

yüksek
elevated

An elevated seaside bike path collapsed in Rio. - Rio'da bir yüksek sahil bisiklet yolu çöktü.

Two persons were killed when an elevated bike path collapsed in Rio. - Rio'da bir yüksek bisiklet yolu çöktüğünde iki kişi öldü.

yüksek
{s} lofty

We have lofty expectations. - Yüksek beklentilerimiz var.

This mountain isn't a lofty one. - Bu dağ yüksek değildir.

yüksek
{s} tall

She wears high heels to make herself look taller. - O kendini daha uzun göstermek için yüksek topuklu ayakkabılar giyiyor.

Tom tried to climb the tall tree. - Tom yüksek ağaca tırmanmaya çalıştı.

yüksek
advanced
yüksek
stiff

Sami has paid a stiff price for his service. - Sami hizmeti için yüksek bir fiyat ödedi.

yüksek
precipitous
yüksek
superordinate
yüksek
inflated
yüksek
supreme

Tom G. Roberts is the Chief Justice of the U.S. Supreme Court. - Tom G. Roberts, ABD Yüksek Mahkemesi Başyargıcıdır.

Judges on the Supreme Court interpret the laws. - Yüksek mahkeme yargıçları kanunları yorumlarlar.

yüksek
buoyant
yüksek
up
yüksek
higher

No other mountain in Japan is higher than Mt. Fuji. - Japonya'daki hiçbir dağ Fuji dağından daha yüksek değildir.

The teacher told Tom that he couldn't give him anything higher than a C. - Öğretmen Tom'a ona bir C 'den daha yüksek bir şey veremediğini söyledi.

yüksek
high altitude

I don't feel well at such a high altitude. - Böyle yüksek bir irtifada iyi hissetmiyorum.

yüksek
crucible
yüksek
grand

Speak louder. Your grandfather's hearing isn't so good. - Daha yüksek sesle konuş. Büyükbaban pek de iyi duymuyor.

His grandfather was a soldier of high degree. - Onun büyük babası yüksek rütbeli bir askerdi.

yüksek
eminent
yüksek
high-rise

This high-rise building has five lifts. - Bu yüksek katlı binanın beş asansörü var.

yüksek
noble
yüksek
rarefied
yüksek
superior
yüksek
{e} above

The words above the door of the theater were one meter high. - Tiyatronun kapısının üzerindeki sözler bir metre yükseklikteydi.

The mountain is 2000 meters above sea level. - Dağ, deniz seviyesinden 2000 metre yüksekliktedir.

gözü yüksekte olmak
(deyim) Have eyes on something or someone (better)
yüksek
high on

That is not high on my list of priorities. - O benim öncelikler listemde yüksek değil.

My parents' house is located high on a hill from which one can see the mountains in the east and the ocean in the north. - Ailemin evi birinin oradan doğuda dağları ve kuzeyde okyanusu görebileceği yüksek bir tepede yer almaktadır.

yüksek
high place; height
yüksek
acro

That tall building across the street is where Tom works. - Caddenin karşısındaki o yüksek bina Tom'un çalıştığı yerdir.

Driving across desert landscapes can be dangerous when the summer temperatures are high. - Yaz sıcaklıkları yüksek olduğunda çöl manzaraları karşısında sürüş tehlikeli olabilir.

yüksek
high; (yapı) high-rise; precipitous; loud; exalted, lofty; advanced; high altitude
yüksek
(sea) marked by high waves, high
yüksek
raised high
yüksek
highrise
yüksek
(playing a game) for high stakes
yüksek
high, superior (quality)
yüksek
hyper
yüksek
lofty, noble
yüksek
penetrating
yüksek
loud or raised (voice)
yüksek
high; lofty
yüksek
penetrative
yüksek
over

From the tall dune I could see over the whole island. - Yüksek bir kum tepeciğinden bütün adayı görebildim.

Do you see that tall building over there? - Oradaki yüksek binayı görüyor musun?

yüksek
exalted
yüksek
tall; buoyant
yüksek
clarion
yüksek
spheric
yüksek
high; great; intense; big: yüksek basınç high pressure. yüksek frekans high frequency. yüksek bir fiyat a high price. yüksek bir meblağ a big sum
yüksek
high, superior in status: yüksek okul institution of higher education
yüksek
stately
yüksek
towering
yüksek
grandiose
yüksek
steep
yüksek
supernal
yüksek
dominant
yüksek
upperbracket
yüksek
upland
çok yüksekte
far up
çok yüksekte
sky-high
التركية - التركية

تعريف yüksekte في التركية التركية القاموس.

Yüksek
koca
Yüksek
(Osmanlı Dönemi) KALUS
yüksek
Erdemli, faziletli
yüksek
Altı ile üstü arasındaki uzaklık çok olan
yüksek
Altı ile üstü arasındaki uzaklık çok olan: "... mekik dokuduğu yüksek bez tezgâhından kalktı."- Ö. Seyfettin
yüksek
Yukarıda, üst tarafta olan yer
yüksek
Yukarıda, üst tarafta olan yer: "Yüksekten avluya açılmış iki pencereden aydınlık alıyordu."- M. Ş. Esendal
yüksek
Büyük para ile
yüksek
Belirli bir yere göre daha yukarıda bulunan: "İri kanatları ile bir kaşıkçı kuşu çok yükseklerde tur atıyor."- H. Taner
yüksek
Toplum içinde para, ün vb. bakımından üstünlüğü olan
yüksek
Belirli bir yere göre daha yukarıda bulunan
yüksek
Normal değerlerin üstünde olan, çok: "Türk milletinin karakteri yüksektir."- Atatürk
yüksek
Derece veya makamı bakımından üstün
yüksek
Normal değerlerin üstünde olan, çok
yüksek
Güçlü, etkili, şiddetli
yüksek
(Osmanlı Dönemi) bülend
yüksekte
المفضلات