savaşmakta

listen to the pronunciation of savaşmakta
التركية - الإنجليزية
belligerent
Engaged in warfare, warring
Acting violently towards others
Eager to go to war, warlike
{a} carrying on war, engaged in war
manifesting a warlike spirit
adj inclined to or exhibiting assertiveness, hostility, truculence, or combativeness
{s} warlike, aggressive; hostile
Engaged in war, warring
A belligerent person is hostile and aggressive. He was almost back to his belligerent mood of twelve months ago. = aggressive + belligerently bel·lig·er·ent·ly `Why not?' he asked belligerently. + belligerence bel·lig·er·ence He could be accused of passion, but never belligerence. = aggression
{i} country that is engaged in war; member of the military of a warring nation
The nation(s) or individual(s) carrying out hostilities in an armed conflict Or, in short, a warring party
someone who fights (or is fighting)
Aggressively hostile, eager to fight
Of or pertaining to war
engaged in war; "belligerent (or warring) nations"; "a fighting war"
engaged in war; "belligerent (or warring) nations"; "a fighting war
savaş
warfare

Dan knows very well how to deal with psychological warfare. - Dan psikolojik savaşla başa çıkmayı çok iyi bilir.

Dan was in the special forces and they teach them psychological warfare there. - Dan özel kuvvetlerdeydi ve onlar orada onlara psikolojik savaş öğretiyorlar.

Savaş
(isim) War

While the civil war went on, the country was in a state of anarchy. - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.

War is a crime against humanity. - Savaş, insanlık dışı bir suçtur.

savaş
{i} battle

He cheated death many times on the battlefield. - Savaş alanında defalarca kefeni yırttı.

Sometimes the Allies could not avoid battle. - Müttefikler bazen savaştan kaçınamadı.

savaş
{i} combat

He was sent into combat. - O, savaşa gönderildi.

The art of modern warfare does not necessarily require soldiers to be armed to the teeth to be effective as combatants. - Modern savaş sanatı dövüşçüler gibi etkili olmak için tepeden tırnağa silahlandırılacak askerleri muhakkak gerektirmez.

savaş
fought

I didn't know that Mr. Williams fought in the Vietnam War. - Bay Williams'ın Vietnam Savaşı'nda savaştığını bilmiyordum.

Tom fought with all his might. - Tom bütün gücüyle savaştı.

savaş
{i} campaign

Eisenhower had campaigned to end the war. - Eisenhower, savaşı sona erdirmek için mücadele etti.

savaş
strife
savaş
game

This game has you battle against hordes of evil stoats. - Bu oyun seni kötü gelincik sürülerine karşı savaştırır.

savaş
action

The army was involved in a number of brilliant actions during the battle. - Ordu savaş sırasında bir dizi görkemli eylemlerde yer aldı.

Tom began to experience remorse for his actions during the war. - Tom, savaş sırasındaki eylemleri için pişmanlık duymaya başladı.

savaş
struggle

There's no sign of a struggle. - Bir savaş işareti yok.

That fight seemed like a life-or-death struggle. - Bu savaş, bir yaşam ya da ölüm mücadelesi gibi görünüyordu.

savaş
fight

Without supplies, his army could not fight very long. - Malzemeler olmadan, onun ordusu çok uzun savaşamadı.

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

savaş
wage war
savaş
{i} crusade
savaş
hostilities
savaş
conflict

The relationship between Islam and the West includes centuries of co-existence and cooperation, but also conflict and religious wars. - İslam ve batı arasındaki ilişki yüzyıllar süren birliktelik ve ortak çalışma fakat aynı zamanda çatışma ve din savaşları içermektedir.

The First World War began as a regional conflict and become one of history's worst humanitarian catastrophes. - Birinci Dünya Savaşı bölgesel bir çatışma olarak başlamış ve tarihin en kötü insanlık felaketlerinden biri olmuştur.

savaş
the battle
savaş
fray
savaş
struggle, fight, striving
savaş
fighting

We can say that Japan was fighting a constant battle against hunger during the war. - Japonyanın savaş sırasında açlığa karşı sürekli bir mücadele verdiğini söyleyebiliriz.

The fighting lasted one week. - Savaş bir hafta sürdü.

savaş
war; battle; fight, struggle, combat; martial
savaş
wartime

The wartime Congress had no money. - Savaş Kongresi'nin hiç parası yoktu.

Anarchy can happen during wartime. - Savaş sırasında anarşi olabilir.

التركية - التركية

تعريف savaşmakta في التركية التركية القاموس.

savaş
Bir şeyi ortadan kaldırmak, yok etmek amacıyla girişilen mücadele
savaş
Devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silahlı mücadele, muharebe, harp
savaş
Hayvanların birbirleriyle yaptığı mücadele
savaş
Uğraşma, kavga, mücadele
Savaş
harp
Savaş
kıtal
Savaş
kavga
savaş
Devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silâhlı mücadele, harp
savaşmakta
المفضلات