büyüklük

listen to the pronunciation of büyüklük
التركية - الإنجليزية
size

Tom's house is about the same size as Mary's. - Tom'un evi Mary'ninkiyle hemen hemen aynı büyüklükte.

Asia is roughly four times the size of Europe. - Asya yaklaşık olarak Avrupa'nın dört katı büyüklüktedir.

greatness

Neither gold nor greatness make us happy. - Ne altın ne de büyüklük bizi mutlu eder.

magnitude
grandness
enormity
substantiality
ampleness
generosity
greatness, enormity, magnitude; size; importance, gravity; seniority
grandeur
vastness
superiority

He has a superiority complex. - Onun bir büyüklük kompleksi var.

bigness, largeness
bigness
importance, gravity
hugeness
largeness
sovereignty
enormousness
supremacy
(Nükleer Bilimler) extent
vast
(Gıda) dimension
gravity
bulk
grand
(Pisikoloji, Ruhbilim) delusion of grandeur
amplitude
sizeableness
capaciousness
mightiness
muchness
capacious
büyük
large

These dresses are too large. - Bu elbiseler çok büyük.

After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop. - Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.

büyük
grand

It was my grandfather that told me that story. - O hikayeyi bana anlatan büyükbabamdı.

My grandfather died shortly after my birth. - Büyükbabam benim doğumumdan kısa bir süre sonra öldü.

büyük
major

The new law was a major reform. - Yeni yasa büyük bir reformdu.

My house needs major repairs. - Evimin büyük onarımlara ihtiyacı var.

büyük
great

England and Scotland were unified on May 1, 1707, to form the Kingdom of Great Britain. - İngiltere ve İskoçya, 1 Mayıs 1707'de birleşti ve Büyük Britanya Krallığı'nı oluşturdu.

To our great surprise, he suddenly resigned. - Onun birden istifade etmiş olması, bizim için büyük sürpriz.

büyük
big

This is the biggest hotel in this city. - O bu şehirdeki en büyük oteldir.

In Japan, there is no lake bigger than Lake Biwa. - Japonya'da, Biwa gölünden daha büyük bir göl yoktur.

büyüklük göstermek
to show generosity, act nobly
büyüklük göstermek
to be magnanimous
büyüklük hastalığı
megalomania
büyüklük kompleksi
delusions of grandeur
büyüklük sabuklaması
delusion of grandeur
büyüklük taslamak
patronize

You don't have to patronize me. - Bana büyüklük taslamak zorunda değilsin.

büyüklük taslamak
to put on airs, to become self-important
büyüklük taslamak
to put on airs
büyük
long

My grandfather lived a long life. - Büyük babam uzun bir hayat yaşadı.

It's been a long time since I visited my grandmother. - Büyükannemi ziyaret edeli uzun zaman oldu.

büyük
huge

He lives in a huge house. - O, büyük bir evde yaşıyor.

The huge building seemed to touch the sky. - Büyük bina gökyüzüne dokunacak gibi görünüyordu.

büyük
wide

There is a wide gap in the opinions between the two students. - İki öğrenci arasında fikirlerde büyük bir uçurum vardır.

büyük
capital

You must begin a sentence with a capital letter. - Cümleye büyük harfle başlamalısın.

Write your name in capitals. - Adını büyük harflerle yaz.

büyük
{s} exalted
büyük
{s} mighty
sonsuz büyüklük
infinity
büyük
high

What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers. - Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.

His essay gave only a superficial analysis of the problem, so it was a real surprise to him when he got the highest grade in the class. - Onun denemesi, sorunun sadece yüzeysel bir analizini yaptı, bu yüzden sınıfta en yüksek notu aldığında ona gerçekten büyük bir sürpriz olmuştu.

büyük
{s} handsome

He was big and handsome. - O, büyük ve yakışıklıydı.

büyük
large scale

It is hoped that this new policy will create jobs on a large scale. - Bu yeni politikanın büyük ölçekli işler yaratacağı umuluyor.

It seems the rural area will be developed on a large scale. - Kırsal alan büyük ölçüde gelişecek gibi görünüyor.

büyük
{s} older

He looks older than my brother. - O benim erkek kardeşimden daha büyük görünüyor.

A new study suggests that hospital records for patients older than 65 are often incorrect, which may lead to serious treatment errors. - Yeni bir çalışma 65'ten daha büyük hastaların hastane kayıtlarının çoğunlukla yanlış olduğunu ortaya atmaktadır, bu durum ciddi tedavi hatalarına yol açabilir.

büyük
expansive
büyük
voluminous
büyük
eldest

Suddenly the eldest daughter spoke up, saying, I want candy. - En büyük kız şeker istiyorum diyerek birdenbire konuştu.

The eldest son succeeded to all the property. - En büyük oğlan bütün mülkiyetin varisi oldu.

büyük
bigger

Tom is bigger than me. - Tom benden daha büyük.

In Japan, there is no lake bigger than Lake Biwa. - Japonya'da, Biwa gölünden daha büyük bir göl yoktur.

büyük
ambitious

My father was an ambitious man and would drink massive amounts of coffee. - Babam hırslı bir adamdı ve büyük miktarda kahve içerdi.

büyük
ranch

Tom is the owner of the largest ranch in the area. - Tom, bölgedeki en büyük çiftliğin sahibidir.

Layla never realized there was a ranch that size. - Leyla o büyüklükte bir ahır olduğunu fark etmemişti.

büyük
oldest

How old is your oldest son? - En büyük erkek evladın kaç yaşında?

My oldest brother is single. - En büyük ağabeyim bekardır.

büyük
hamper
büyük
{i} senior
büyük
outsize
büyük
colossal
büyük
singular
büyük
stupendous
büyük
towering
büyük
signal

Tom's grandfather was a signal officer in the army. - Tom'un büyükbabası orduda bir muhabere subayıydı.

büyük
gross

You must be more careful to avoid making a gross mistake. - Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın.

büyük
profound
büyük
(Tıp) hypertrophic
büyük
burning
büyük
(Bilgisayar) more

You must be more careful to avoid making a gross mistake. - Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın.

Sometimes, Grandma is more dangerous than the KGB. - Bazen büyükanneler, KGB'den daha tehlikelidir.

büyük
sumptuous
büyük
widely
büyük
legend
büyük
sizable

Tom won a sizable amount of money. - Tom oldukça büyük bir miktarda para kazandı.

büyük
edifice
büyük
substantial

The stability of Chinese economy is substantially overestimated. - Çin ekonomisinin istikrarı büyük ölçüde abartılmıştır.

büyük
tremendous

The earthquake created a tremendous sea wave. - Deprem büyük bir deniz dalgası yarattı.

Tom is taking a tremendous chance. - Tom çok büyük bir risk alıyor.

büyük
ample
büyük
considerable

The earthquake caused considerable damage. - Deprem, büyük ölçüde hasara yol açtı.

Tom's experience attracted considerable attention. - Tom'un deneyimi büyük ilgi gördü.

büyük
bulky

These presents are really bulky. - Bu hediyeler gerçekten büyük.

This box is too bulky to carry. - Bu kutu taşımak için çok fazla büyüktür.

büyük
redoubtable
büyük
{s} precious
büyük
massive

This is the most massive structure I have ever seen. - Bu şimdiye kadar gördüğüm en büyük yapıdır.

It's a massive undertaking. - Bu çok büyük bir girişim.

büyük
dire

The castle was in dire need of major repairs. - Kale, büyük onarımlara çok ihtiyaç duyuyordu.

büyük
prize

The grand prize is a kiss from the princess. - Büyük ödül prensesten bir öpücüktü.

A prize was given in honor of the great scientist. - Büyük bilimci onuruna bir ödül verildi.

büyük
no end of
büyük
untold
büyük
grown-up
büyük
sizeable

He won a sizeable amount of money. - O büyük miktarda para kazandı.

büyük
{s} rousing

The concert was a rousing success. - Konser büyük bir başarıydı.

Büyük
large-scale

Tatoeba is a mini-LibriVox, it just needs to be written before the large-scale reading aloud would start. - Tatoeba bir mini-LibriVox'tur. O, yüksek sesle büyük ölçekli okuma başlamadan önce sadece yazılması gerekiyor.

Büyük
the older
büyük
the biggest
büyük
a great
büyük
great of
büyük
the greatest

Security is the greatest enemy. - Güvenlik en büyük düşmandır.

The Lake Van is the greatest lake of Turkey. - Van Gölü Türkiye'nin en büyük gölüdür.

büyük
greater

Our friendship is greater than our quarrels. - Dostluğumuz kavgalarımızdan büyük.

Nothing gave her greater pleasure than to watch her son growing up. - Hiçbir şey ona oğlunun büyüdüğünü görmekten daha büyük bir zevk vermedi.

büyük
the great

I think Beethoven is the greatest composer who ever lived. - Sanırım Beethoven, şimdiye kadar yaşamış en büyük besteci.

Security is the greatest enemy. - Güvenlik en büyük düşmandır.

büyük
the largest
büyük
a big
sonlu büyüklük
finite size
Büyük
(Tıp) magnus
aktif büyüklük
(Ticaret) size of assets
beklenen büyüklük
(Politika, Siyaset) expected scale
büyük
important; grand, chief, major
büyük
healthy

His grandfather is still very healthy for his age. - Büyükbabası yaşına göre hâlâ oldukça sağlıklı.

My grandfather is very healthy. - Büyük babam çok sağlıklı.

büyük
great, grand, exalted
büyük
extended
büyük
macro
büyük
megalo
büyük
capacious
büyük
old; older, senior
büyük
Cyclopean
büyük
maxi

The largest muscle in the human body is the gluteus maximus. - İnsan vücudundaki en büyük kas gluteus maximus'tur.

büyük
magniloquent
büyük
one's senior, older person; person whose rank or qualities command respect
büyük
elder

How old is your elder son? - Büyük oğlun kaç yaşında?

My elder brother got a position in a big business. - Ağabeyim büyük bir ticari kuruluşta görev yapıyor.

büyük
big, large, great, grand, massive, colossal, tremendous; extensive; important, serious, chief; great, exalted; old, older, elder; oldest, eldest
büyük
big, large
büyük
no end
büyük
mega
büyük
keen
büyük
out

Tom doesn't have much interest in outdoor sports. - Tom, açık hava sporlarına büyük ilgi duymuyor.

A big fire broke out after the earthquake. - Depremden sonra büyük bir yangın patlak verdi.

büyük
enormous

The new building is enormous. - Yeni bina çok büyüktür.

An elephant is an enormous animal. - Bir fil çok büyük bir hayvandır.

büyük
almighty
büyük
{s} stout
büyük
{s} smart

Tom's new smartphone is really big. It doesn't even look like a phone anymore. - Tom'un yeni akıllı telefonu gerçekten büyük. Artık bir telefona bile benzemiyor.

büyük
crying
büyük
hard

Many great men went through hardship during their youth. - Birçok büyük insan gençliklerinde zorluklardan geçmişlerdir.

My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf. - Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır.

büyük
walloping
büyük
bough

You needn't have bought such a large house. - Böylesine büyük bir ev almana gerek yoktu.

She bought him a camera that was too big to fit in his shirt pocket. - Ona, gömlek cebine sığmayacak kadar büyük bir kamera aldım.

büyük
majuscule
büyük
{s} sublime
büyük
extensive

The earthquake in Hokkaido caused extensive damage. - Hokkaido'daki deprem büyük hasara sebep oldu.

The flood did the village extensive damage. - Sel köye büyük hasar verdi.

büyük
star

Stars are big, because they're hot; when their fuel is exhausted, they collapse. - Yıldızlar büyüktür, çünkü onlar sıcaktır; onların yakıtı bittiğinde, onlar çökerler.

For a start, I visited Jerusalem - a sacred place for three major religions. - Başlangıç için Kudüsü ziyaret ettim-üç büyük din için kutsal bir yer.

büyük
{s} swingeing
büyük
bongo
büyük
goodly
en iyi büyüklük
(Denizbilim) optimum size
gerçek büyüklük
full scale
kompleks büyüklük
complex quantity
kritik büyüklük
(Fizik,Teknik) critical size
nisbi büyüklük
(Pisikoloji, Ruhbilim) relative size
nominal büyüklük
nominal size
optimum büyüklük
(Denizbilim) optimum size
ortalama büyüklük
average size
periyodik büyüklük
periodic quantity
skaler büyüklük
scalar quantity
yaşça büyüklük
seniority
التركية - التركية
Büyüklere yaraşır bağışlayıcı davranış
Büyük olma durumu, ululuk: "Bu büyüklük değil, ancak mertçe bir davranıştır."- N. Araz
Büyük olma durumu, ululuk
(Osmanlı Dönemi) TEBARÜK
(Osmanlı Dönemi) İZEM
ihtişam
(Osmanlı Dönemi) azamet
büyüklük hastalığı
Kendini olduğundan daha büyük ve önemli görme, gösterme hastalığı, megalomani
Büyük
(Osmanlı Dönemi) REBUZ
Büyük
muhteşem
büyük
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş: "Büyüklerin yanında sesim çıkmazdı."- S. F. Abasıyanık. Önemli: "Ömrünün tek ve büyük oyunu bitmişti."- T. Buğra
büyük
Somut nesneler için boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı: "Büyük ağaçların altında, gazinoya doğru gidiyoruz."- Y. Z. Ortaç
büyük
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş
büyük
Boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı
büyük
Çok, ortalamayı aşan
büyük
Üstün niteliği olan
büyük
Önemli
büyük
Niceliği çok olan
büyük
Soyut kavramlar için çok, ortalamayı aşan: "Büyük bir cevap sıkıntısı geçirdikten sonra itiraf etti."- P. Safa
büyük
Niceliği çok olan: "Benim büyük kalabalıklara karşı ürkekliğim vardır."- R. N. Güntekin. Üstün niteliği olan: "Molière büyük adammış, yeryüzüne gelmiş kişilerin en büyüklerinden biri."- N. Ataç
büyük
(Osmanlı Dönemi) azîme
büyük
(Osmanlı Dönemi) azıme
negatif büyüklük
Aynı türden pozitif bir büyüklükle ters yönde olan büyüklük
sonlu büyüklük
Ölçüsü sonlu bir sayıyla ifade edilen büyüklük
büyüklük
المفضلات