This is my favorite track on the entire disc.
- Bu, bütün diskteki favori parçam.
We spent the entire day on the beach.
- Bütün günü plajda geçirdik.
Motherhood and childhood are entitled to special care and assistance. All children, whether born in or out of wedlock, shall enjoy the same social protection.
- Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.
If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
- Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
Will he eat the whole cake?
- Bütün pastayı yiyecek mi?
Tom spent the whole day reading in bed.
- Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
Tom worked all day and was completely worn out.
- Tom bütün gün çalıştı ve tamamen bitkin düştü.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!
The whole city is in panic.
- Bütün şehir panik içinde.
I have read every book in the library.
- Kütüphanedeki bütün kitapları okudum.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.
Grandma walked to the market to buy food for the whole family.
- Büyükanne bütün aileye yiyecek almak için markete gitti.
My grandmother told me about her whole life.
- Büyükannem kendisinin bütün hayatını bana anlattı.
All the hotels in town are full.
- Şehirdeki bütün oteller dolu.
My whole day was full of surprises.
- Bütün günüm sürprizlerle doluydu.
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
We need to view this in its entirety.
- Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
I said hello to Debby but she totally ignored me.
- Debby'ye merhaba dedim fakat o beni bütünüyle görmezlikten geldi.
A totally ordered set is often called a chain.
- Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.
They had to work all year round.
- Onlar bütün yıl boyunca çalışmak zorundaydılar.
He works hard all the year round.
- Bütün yıl çok sıkı çalışır.
English has spread all over the country.
- İngilizce bütün ülkede yayıldı.
What we call 'Standard English' is only one of the many dialects spoken all over the world.
- Standart İngilizce dediğimiz şey sadece bütün dünyada konuşulan birçok lehçeden biridir.
Karam is the best student in the whole school.
- Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.