I like him, but at the same time I don't really trust him.
- Ondan hoşlanıyorum fakat aynı zamanda ona gerçekten inanmıyorum.
Fahrenheit is a German inventor who invented the thermometer. At the same time, his name is given to a unit of temperature.
- Fahrenheit, termometreyi bulan Alman bir mucittir. Aynı zamanda onun ismi bir sıcaklık birimine verilmiştir.
Tom likes not only Mary but Alice as well.
- Tom sadece Mary'yi değil aynı zamanda Alice'i de sever.
That's the deepest part of the lake as well.
- O aynı zamanda gölün en derin kısmı.
Not only are you wrong, but I am wrong too.
- Sadece siz değil aynı zamanda ben de hatalıyım.
It's not just Tom that has to study. I have to study, too.
- Sadece Tom değil aynı zamanda ben de çalışmak zorundayım.
He is a scholar and a musician simultaneously.
- O bir bilim adamı ve aynı zamanda bir müzisyen.
You can drink water, but you can also let it walk.
- Su içebilirsin fakat aynı zamanda da onun yürümesine izin verebilirsin.
Apart from English, he also teaches math.
- İngilizcenin dışında, aynı zamanda matematik öğretir.
You can't do two things at once.
- Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
We are both to blame.
- Sadece siz değil aynı zamanda ben de suçlanmalıyım.
Tom and Mary were both talking at the same time.
- Tom ve Mary her ikisi de aynı zamanda konuşuyordu.